Bir eğitimci olarak sık sık düşünürüm: Okulların işlevi nedir ve biz eğitimciler, okullarda ne yapıyoruz?
Eğitime idealist açıdan yaklaşan Platon, Sokrates, Aristo gibi düşünürler eğitimi; bireyin potansiyellerini açığa çıkarma süreci olarak görmüşler. Yani eğitim bir nevi doğurtma sanatıdır ve bireyin gizil güçlerini ortaya çıkarabildiği oranda başarılıdır.
İçinde herhangi bir konuda potansiyel güç barındırmayan insan düşünebilir miyiz?
Elbette ki hayır.
Her bireyin; topluma katkı sunabileceği bir ilgi alanı, yeteneği vardır.
İlgi varsa istek de vardır ve bireyi harekete geçirecek olan bu istektir. Derse katılma konusunda isteksiz davranan öğrencilerle serbest zamanlarda sohbet ettiğinizde görürsünüz ki onların başka başka hayalleri vardır.
Peki, bugünkü haliyle eğitim, bireyde var olan bu ilgiyi, yeteneği ortaya çıkarma ve bireyi bu yönde geliştirme görevini yerine getirebiliyor mu? Sanırım cevap sorunun içinde.
Neredeyse bir yıldır salgın nedeniyle uzaktan eğitimdeyiz.
Bir şekilde öğrencilerimize ulaşıp yanınızdayız, demek için uğraşıyoruz ancak süreç içinde öğretmenler elinden geleni yapsa da dezavantajlı öğrencilerin durumu ve uzaktan eğitimin doğası itibariyle yapılabilecekler sınırlı.
İmkanı olmadığı için canlı derslere katılamayan öğrencilerin varlığı uzaktan eğitim sürecinde, bir eğitimci için yeterince üzücü bir durum. Bununla birlikte yüz yüzeyken bile ilgi ve ihtiyaçlarına hitap edemediğimiz öğrencilerin, uzaktan eğitimde tümüyle eğitimden kopmaları çok da şaşırtıcı değil.
İnterneti ve bilgisayarı olsa bile canlı dersler, birçok öğrencinin öğrenme kabiliyetini etkileyebilecek bir yöntem olmayabilir.
Bunları ve daha pek çok şeyi göz önünde bulundurarak sürece bakmak, karne gününe yaklaşırken yapılan öğrenci değerlendirmelerine daha makul bir yaklaşımın da önünü açabilir.
2020-2021 Eğitim Öğretim yılısonuna doğru eğitimciler arasında bir tartışma başladı.
Öğrencilerin tamamına 100 verilmeli mi verilmemeli mi?
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da katıldığı bir programda, tüm öğrencilere tam puan verilmesini doğru bulmadığını ifade etti.
Notlar verildi, dijital karneler hazırlandı.
Herkes kendince uygun olanı yaptı; kimi 100 verdi, kimi de bunu adil bulmadığını ifade ederek farklı değerlendirmelerde bulundu.
Öğretmenlerin değerlendirme konusundaki görüş ayrılığı beraberinde, nur topu gibi yeni bir sorun ortaya çıkardı.
Tüm öğrencilere tam puan verilmesini doğru bulan öğretmenlerin öğrencileri şanslı olurken diğer öğrenciler, kaderin bir cilvesi gibi bir tokat da buradan yemiş oldular.
Tüm öğrencilere 100 verilmesini ölçme değerlendirmeye aykırı bulanlar kanımca, neoliberalizmin küresel çapta eğitim sistemlerinde yaratmış olduğu tahribatın kurbanı olanlardır.
Sınav odaklı, sürekli akademik vurguya işaret eden, öğrencileri dört duvar arasına hapsedip test manyağı haline getiren eğitim sistemi; liberallerin eseridir ve bazı arkadaşlar farkında olmadan liberallerin savunucusu durumuna düşmektedir.
Ortaya çıkarılamayan potansiyel, ölçülmemiş demektir.
Ölçmekte yetersiz kaldığımız işin faturasını öğrencilere kesmeye hakkımız yok.
Ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanarak bilimsel yollarla adil bir notlandırma yapılması gerektiğini savunan arkadaşlar, bu süreçte bunu başarabileceklerine yürekten inanıyorlar mı acaba?
Eğitim sisteminde belli bir standardı yakalamış ülkelere bakıldığında, en büyük başarının öğrencinin aileden okula getirdiği sorunların engellenmesinde olduğunu görüyoruz.
Bu ülkelerin eğitime biçtiği rol, farklı zeka türlerine sahip olan çocukları ihtiyaç alanlarına göre geliştirmek ve kendi zeka alanlarına uygun mesleki ve akademik hedeflere yönlendirmektir.
Bu sağlanırken çocuğun ailesinin sosyoekonomik durumundan etkilenmemesi için her türlü önlem alınır.
Başarının sırrı buradadır.
Üzülerek söylüyorum ki bizim eğitim sistemimiz, bu durumun çok uzağındadır. İleriye dönük umutlarımız, yapılan güzel işlere inancımız var ama salgın döneminde bilimsel yollarla şu an için doğru bir ölçme değerlendirme yapılamayacağı gün gibi aşikar.
Farklı hanelerdeki çocukların sosyo ekonomik durumları, hiçbir dönem bu denli etkili olmamıştı.
Bu şartlarda imkanı olmadığından derse katılamamış öğrenci için hazırlanan değerlendirme ölçeğinin kriterleri nedir?
Hangi kriterden puan kırılacak?
"Şimdi herkese 100 verirsem ikinci dönem öğrenci bulamam" diyen bir öğretmen, bu düşünceyle ölçme ve değerlendirmenin hangi kriterini uygulamış olacak?
Bilimsellik bunun neresinde?
Derse hiç katılmayana "0" vermek yanlış ama "100" de verilmez derken ölçütümüz nedir?
Hiçbir şey yapmamışsa (ya da yapamamışsa) niçin sıfır değil de 60,70,80 veriliyor?
Bunun nedeni, imkanı olmadığı için derslere katılamamasıysa ve bu durum vicdanımızı rahatsız ediyorsa o zaman ailevi koşullardan ötürü çocuğu cezalandırmak ne derece doğru, ne derece bilimsel?
“Derse gelemeyen öğrencilere 0 puan vermek nasıl hatalı bir tutumsa tüm öğrencilere 100 puan vermek de en az bu kadar hatalıdır.”
Bu ifade, bir kelime oyunundan ibarettir.
“Yavrum, senin için çok üzgünüz. Keşke tabletin olsaydı da sen de derslere katılabilseydin.” demektir.
Olsaydı, katılabilseydi gibi kelimelerle laf cambazlığına gerek yok.
Tüm öğrencilere tam puan vermekle vicdani sorumluluk taşıyacaksak, öncelikle 21 yüzyılda uyguladığımız öğretim yöntem ve tekniklerini sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Rahat olun arkadaşlar, mevzu bahis vicdani sorumluluksa, ona kadar daha çok şey var.