Ankara’da havanın kapalı…
Sıkıntılı olduğu bir eylül akşamı…
Avrupa’nın üstünde savaş rüzgârları esiyor…
Çankaya Köşkü’nün havası hüzünlü…
Atatürk hasta ama…
Memleket meselelerinden ayrı kalmak mümkün mü?
Sanki yolun sonuna geldiğini hisseder gibi…
Akşamüstü saatleri…
Yanında…
Nuri Conker var…
Selanik’ten hem mahalle hem okul arkadaşı…
Albaylıktan emekli ve…
Paşalık dâhil…
Hiç bir makam/mevkii kabul etmemiş gerçek dost ve sırdaş…
***
Kadim dost Nuri Conker, o gün…
Arkadaşının havasını dağıtmak ister…
Çocukluk günlerinden söz eder…
Bal gibi sohbet, uzayıp gider…
İstanbul’a ve gençlik günlerine gelir…
Harbiye ve sonra akademideki günleri anarlar…
Yedi Tepeli kentte yaşadıkları akıllarına gelir…
Tünel’deki Apostol’un yerinden bahsederler...
O ufacık ama ünlü meyhanede…
Yaşadıkları unutulmaz akşamlar gelir akıllarına…
Hatta…
Paraları olmadığı zaman…
Nasıl meyhaneciye “yaz hesaba” dediklerini hatırlarlar…
Bazen o küçük piste fırlayıp…
Rumeli havaları eşliğinde…
Zeybek oynadıkları bile gelir gözlerinin önüne…
Atatürk keyiflenir…
Sanki hastalığını unutmuş gibidir…
Kısa bir sessizlik olur…
Nuri Conker, aklına geleni hemen söyler:
“İster misin Mustafa, atlayıp trene gizlice İstanbul’a gidelim, önce Boğaz’da gezeriz, sonra ver elini Beyoğlu, Apostol’a uğrarız... Kimse görmeden döner geliriz..”
Gazi, çok sevinir…
Gözleri ışıldar; “Nasıl yaparız ki Nuri?” der…
***
Nuri Conker kararını vermiştir; her şeyi ayarlar…
İstiklal Savaşı’nda orduya cesaret vererek…
Conk Bayırı’nın alınmasının mimarı bu kahraman asker için…
İstanbul operasyonu, çocuk oyuncağıdır…
***
Nitekim…
İstanbul ekspresinden üç kompartıman alınır…
Gece trene binilir; kimsenin ruhu bile duymaz…
Hafiften de olsa…
Tanınmamak için kıyafetler değiştirilir…
Kaçakları(!) Haydarpaşa’da Conker’in bir arkadaşı karşılar…
Sonra?
Ver elini Boğaziçi…
Gezerler, yürürler, denizi seyrederler…
Boğaz havasını ciğerlerine çekerler…
Sonra istikamet Beyoğlu…
Tünel’e gelince de doğrudan Apostol’un yerine giderler...
Akşamüstünün tüm güzelliği örtmüştür İstanbul’u…
Saat 17.00 olmuştur, bile…
Meyhanenin müdavimleri yavaştan gelmeye başlar…
(Bi’parantez açalım, sözün burasında…)
İstanbul’da eğlence yerlerini işletenler işlerini iyi bilirler…
Özellikle Rumlar…
Osmanlı’dan kalma gelenek ve görenekleriyle hizmetin piridirler…
Meyhane’nin sahibi Apostol…
Bi’ara Nuri Conker ile göz göze gelir…
Şimşek çakar kafasında…
Tanımıştır, gelenleri…
Eski müşterisi Atatürk’ü ve dostunu…
Çok sevinir ama…
Nuri Conker hemen uyarır; “Sakın bozma” der ve ekler:
“Eskisi gibi davran, gelenleri de çevirme, sadece bizimle garsonlar hariç, kimse fazla ilgilenmesin, hafifçe demlenelim…”
Akşam ilerlemekte, keyif ise artmaktadır…
Mustafa Kemal ise gençlik günlerine döndüğü için çok mutludur...
Bi’ara merak edip, Nuri Conker’e de sorar:
“Galiba bizi hiç kimse tanımadı!”
Nuri Bey’in tek endişesi içeriye girip çıkan birilerinin dışarıda bu olaydan söz etmeleridir… Apostol güvence verir, “Sen merak etme Paşam…”
***
Artık sıra Rumeli türkülerine, çalmaya / oynamaya gelmiştir...
Tavernanın her köşesi…
Şarkı ve türkülerle çınlamaya başlar…
Hatta…
Atatürk bile dans edip, türkülere eşlik eder…
***
Kuşkusuz…
Gazi Mustafa Kemal, oyunu sezmiş ama…
Artık o da bozmayıp, eğlenmeye devam eder…
Aslında…
Kadim dostu Conker’in kıyağının farkındadır…
Dostluk da…
Zaten bu değil midir?
***
Ayrılma zamanı gelmiştir…
Haydarpaşa’dan trene binilecektir, erken kalkmak gerekir…
Ayağa kalkar Mustafa Kemal…
Madem (!) kimse onu tanımamıştır, o da kapıya yönelir…
Arkasından bağırır Apostol:
“Mustafa hesabı ödemeden nereye gidiyorsun?”
Gazi, döner ve şöyle der:
“Yaz hesaba bre Apostol!”
Birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar…
Bu arada bütün taverna ayağa kalkar ve dinmeyen alkışlar…
Tavernadakiler hep bir ağızdan bağırırlar:
“Bizim Mustafa, seni bırakmayacağız ama sen de bizi bırakma, daha sık gel…”
***
Cumhuriyeti kuranların önce insan olduklarını…
Hiç ama hiç unutmayalım…
Şükranla, rahmetle…
Nokta…
Sonsöz: “Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim… " Gazi Mustafa Kemal Atatürk… (ANONİM)