Hani gittin ya sen…
Hani gittin ya sen… Ardından dönüyor, dönüyorum. Kayıtsız, kifayetsiz, bensiz. Kollarımı açmış, güneş gibi, ay gibi, Rumi’yle Şems gibi…Kimya gibi dönüyorum. Alabora olmuş kimyamla sen gibi dönüyorum.
Hani yoksun ya… Ben duruyorum, bedenim dönüyor. Ruhum dönüyor, başım dönüyor. Ellerim açılmış semaya, gövdem karışmış ışıltılara, ayak uçlarım yükselmiş, döndükçe dönüyorum.
Sensizlik yüklenmiş omzuma, karışıyorum kâinatın “Sen varsın ya sen!” diyen kahkahasına…Bir nevi delilik, bir nevi çıldırmışlık hâli bu bendeki..
Hani gittin ya sen… Her gözyaşımda geçiyorum kendimden. Her deli hâlimden sıyrılıyor, görünenden siliniyor, kayıyor, yok oluyorum.
Gittin ya sen… Sen de gel geç diyorum kendi kendime. Niye oldurmaya çalışıyorsun? Gül geç önce hâline, sonra kendinden geç diyorum. Sonra bir korku kaplıyor, hangisi benim; gül geç diyen mi, yoksa senin ardından ağıtlar yakan mı, bilmiyorum.
Hani gittin ya… Radyoda eski bir türkü çalıyor. Aslında yok öyle bir şey; ama ben duyuyorum. ”Tez gel yarim tez gel…” Sanki ölümün soğuk nefesini hissediyorum ensemde. Kışlara benzeyen, soğuk gecelerde ağustosun yakıcı gün ortalarını yaşıyor, baharlar estiriyorum çocukluğumun geri gelmeyecek olan düzlüklerinde.
Gittin ya sen… Yağmurları yudumluyorum. Buzları eritiyorum taş kesilen yüreğimde. Ve ben bugün de sarhoş oluyorum yokluğunda. Sensizliğe demir atmış, yüreğime kadar sensizliğe batmışım. Yetinmiyorum, yetinemiyorum. Yetmiyor güllerin o naif kokusu. Özlemedin mi diyorum.
Hani gittin ya… Yüreğimde güneş battı, ömrüme hasret… Kokladığım toprağı, sevinçle mırıldandığım şarkıyı sen zannettim. İlle de gözümden gönlüme düş istedim; ama sadece istedim.
Hani gittin ya sen… Artık iç seslerim vuruyor beynimin kırık dökük duvarlarına. Can çekişiyor öfkelerim. Hepsi düştü düşecek dilimden. Ya yutacağım ya da kusacağım; çıkacak beni esir edecek söylediklerim.
Gittin ya sen… Korkuyorum, ürperiyorum. Yaşam yok, sen yoksun. Hayat durdu. Yıldızlar kıpırtısız. Eyüb’ün sancısını hissediyor sızlayan yorgun bedenim. Ortalıkta çıt çıkmıyor. Boşlukta asılı kalıyor sana tutunması gereken ellerim. Gözlerim ırmakları akıtıyor milyon yıllık kavuşulmamış sevdalara…Ve Zekeriya’nın çığlıklarının arşa yükselişin duyuyorum. Kulaklarımda Meryem’in doğum sancısı… Hanne’nin Rabbine sığınışı ve Fatma’nın gözyaşları geliyor aklıma..
Hani gittin ya sen… Dünya hepten duruyor. Kayboluyorum. Adımlarımın sessizliğinde boğuluyorum. Bu sessizlik, sensizlik beni yakacak, biliyorum. Mahur makamında bir beste ve bu ses… Ah şu bülbül gibi şakıyan, Bilalî bir ses “Sabret gönül; bir gün olur, bu hasret biter.” derken boğazıma kadar batıyorum sensizliğin güftesine.
AYŞE KARACA